Popüler begeniye uygun degerlendirme anlayısından ziyade, oy’unu sanat sinemasindan yana kullanmasiyla taninan Cannes Film Festivali’nin bu yılki jüri büyük ödülü, Nuri Bilge Ceylan’ýn Uzak adlı filmi içindi. Birincilik ödülü olan Altın Palmiye’yi kazanan Amerikan yapımı “Elephant” adlı film de, “Uzak” da benzer sinema anlayışlarını temsil eden yapıtlar: İkisinde de amatör oyunculara yer veriliyor; öykü doğaçlamaya dayalı yalın bir anlatımla sunuluyor ve ikisinde de karamsar bir dünya görüşü hakim.
Festivalin ilk günlerinde, Cumhuriyet gazetesinin 22 Mayıs 2003 tarihli sayısında sinema yazarı Vecdi Sayar, Nuri Bilgi Ceylan’ı Cannes’da öne çıkan yönetmenler arasında sayıyor; “Jüri büyük ödülü’nün Uzak’a hiç de uzak olmadığını düşünüyorum” diyordu. Dediği gibi oldu; Cannes gibi sanat filmleri sinemasını yücelten bir festivalde ikinci kez bir Türk filmi, jüri büyük ödülü’nü aldı.
Cannes’da ödül alan ilk Türk filmi, senaryosunu Yýlmaz Güney’in yazdığı yönetmenliğini Þerif Gören’in yaptığı “Yol” du. 1982’de birincilik ödülünü, Costa Gavras’ın “Kayıp” adlı filmiyle paylaşmıştı.
Türk sinemasının diğer bir önemli başarısı ise 1964 yılında gerçekleşmişti. Necati Cumalı’nın eserinden Metin Erksan tarafından filme alınan “Susuz Yaz” Berlin Film Festivali’nde birincilik ödülü Altın Ayı’yı kazanmıştı.
Öte yandan Zeki Demirkubuz’un geçen yıl İstanbul Film Festivali’nde aldığı “en iyi film” ödülünü de eklemek gerekir belki bu gurur listesine. Çünkü İstanbul festivalinin jürisi de uluslararası jüriler içinde saygın bir yeri olan FIPRESCI üyelerinden oluşuyordu.
Nuri Bilge Ceylan, son çalışması Uzak’ı da içine alan ilk üç filmiyle kent yaþamı ile kırsal yaşamı, kentli insan ile taşralı insanı karşılaştıran öyküler anlatıyor. Kentli insanın kendi hapishanesini yarattığını düşünen Nuri Bilge Ceylan, öte yandan taşranın da farklı bir sıkıştırılmışlık duygusuyla kuşattığını gösteriyor bizlere. Özyaşamöyküsel ögeler barındıran ilk iki filmi Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı bu çizgideydi. Uzak’ın onlardan farkı, iki kişilik bir öyküye ağırlık vermiş olması. İnsanın bir başkasını kabullenmekte çektiği zorluğu anlatan film, kültür çatışmasını, yabancılaşmayı ve vicdan muhasebesini gündelik akış içinde, yalın ama çok çarpıcı anlatıyor.
Köyden kente iş aramaya gelen Mehmet, bir süreliğine akrabası Muzaffer’in yanında kalacaktır. Kendisinin de içinden çıktığı taşra kültürünü artık geride bırakmış olan Muzaffer için, yakını da olsa eğitimsiz bir köylü gencinin kent töresi dışında kalan rahatlığına katlanmak zordur. Delikanlının kalbini kırmamaya çalışır ama aynı anda onu incitmek için adeta bir istek duyar içinde. Önceleri incitilmeyi sineye çeken Mehmet, sonunda gururuyla oynandığında sessizce çeker gider. İstanbul gibi bir kentte ne olacağını bilemediğimiz akıbeti, Muzaffer’in içinde derin bir pişmanlıktır artık. Ve alınmış yeni bir ders.
Filmlerinin Cannes Festivali’ne katılacağını öğrendiğinin ertesi günü, ödül aldığı Antalya festivalinden dönerken bir trafik kazasında yaşamını yitiren Mehmet Emin Toprak, rol arkadaşı ve kuzeni Muzaffer Özdemir’le birlikte festivalin “en iyi erkek oyuncu ödülü”ne değer görüldü. Jüri üyelerinden Mag Ryan’ýn “oyunculuk dersi veriyorlar” dedikleri bu iki amatör oyuncu, Nuri Bilge Ceylan’ýn diğer filmlerinde de rol almış ve özellikle de Mehmet Emin Toprak, ihtimal ki kendi gibi oynadığı rollerde, masumiyeti ve doğallıyla, küçük yer sıkıştırılmışlığını aşmaya çalışan taşralı genci çok iyi canlandırmıştı.