6.8.03

Ferzan Özpetek - Cahil Periler

“Hamam”, “Harem Suare” ve “Cahil Periler” filmleriyle İtalyan sinemasında kendini kanıtlamış; adını Avrupa’da duyurmuş yönetmenimiz Ferzan Özpetek, son filmi “Karşıdaki Pencere” ile daha da iddialı. “Cahil Periler”in 70 kopya ile büyük başarı elde etmesi üzerine, Karşıdaki Pencere İtalya’da 28 Şubat’tan itibaren 250 kopya ile gösterime girdi. Bu kez hedef, Amerikan sinema pazarı.

1943 yılında, Roma’daki Yahudi mahallesinde yaşayan insanların toplama kamplarına götürüldüğü bir dönemde başlayan film, savaş yüzünden çok acı çeken, hafızasını kaybeden yaşlı bir Yahudi’nin, genç bir çift tarafından bulunmasını ve sonrasında yaşanan duygusal olayları anlatıyor. Yönetmen Ferzan Özpetek “Çok acıklı bir film oldu. Kurgu sırasında arada kimseye belli etmeden odadan çıkıp ağlıyordum.” diyor. Filmde yaşanan olayları ise “garip bir geometrik şekil” olarak tanımlıyor. Dünyanın gidişinden dolayı kötümser; insanların çektiği acılardan ötürü mutsuz olduğunu söyleyen Özpetek, her zaman olduğu gibi ayakta kalan tek şeyin duygular olduğunu; filminin de bunu anlattığını belirtiyor.

Filmin adı ise, yönetmenin küçükken duyduğu bir öyküden kaynaklanıyor. Bir çocuk Boğaz’ın diğer tarafında altın kaplamalı bir pencere görüyor ve bu olağanüstü şeye ulaşmak için yola çıkıyor. Ama ulaştığında görüyor ki peşinde olduğu mucize yer değiştirmiş. Anlıyor ki aradığı pencere artık kendisinin olduğu her yerde.

Ferzan Özpetek, filmlerinde iki şey üzerinde özellikle duruyor. İlki, Türk unsurları, ikincisi ise müzik seçimi. Her filminde rol verdiği Serra Yılmaz bu filminde de gözde oyuncularından. Karşıdaki Pencere’nin açılış müziği ise Sezen Aksu’nun bu film için bestelediği bir şarkı.

Nuri Bilge Ceylan - Uzak


Popüler begeniye uygun degerlendirme anlayısından ziyade, oy’unu sanat sinemasindan yana kullanmasiyla taninan Cannes Film Festivali’nin bu yılki jüri büyük ödülü, Nuri Bilge Ceylan’ýn Uzak adlı filmi içindi. Birincilik ödülü olan Altın Palmiye’yi kazanan Amerikan yapımı “Elephant” adlı film de, “Uzak” da benzer sinema anlayışlarını temsil eden yapıtlar: İkisinde de amatör oyunculara yer veriliyor; öykü doğaçlamaya dayalı yalın bir anlatımla sunuluyor ve ikisinde de karamsar bir dünya görüşü hakim.

Festivalin ilk günlerinde, Cumhuriyet gazetesinin 22 Mayıs 2003 tarihli sayısında sinema yazarı Vecdi Sayar, Nuri Bilgi Ceylan’ı Cannes’da öne çıkan yönetmenler arasında sayıyor; “Jüri büyük ödülü’nün Uzak’a hiç de uzak olmadığını düşünüyorum” diyordu. Dediği gibi oldu; Cannes gibi sanat filmleri sinemasını yücelten bir festivalde ikinci kez bir Türk filmi, jüri büyük ödülü’nü aldı.

Cannes’da ödül alan ilk Türk filmi, senaryosunu Yýlmaz Güney’in yazdığı yönetmenliğini Þerif Gören’in yaptığı “Yol” du. 1982’de birincilik ödülünü, Costa Gavras’ın “Kayıp” adlı filmiyle paylaşmıştı.

Türk sinemasının diğer bir önemli başarısı ise 1964 yılında gerçekleşmişti. Necati Cumalı’nın eserinden Metin Erksan tarafından filme alınan “Susuz Yaz” Berlin Film Festivali’nde birincilik ödülü Altın Ayı’yı kazanmıştı.

Öte yandan Zeki Demirkubuz’un geçen yıl İstanbul Film Festivali’nde aldığı “en iyi film” ödülünü de eklemek gerekir belki bu gurur listesine. Çünkü İstanbul festivalinin jürisi de uluslararası jüriler içinde saygın bir yeri olan FIPRESCI üyelerinden oluşuyordu.

Nuri Bilge Ceylan, son çalışması Uzak’ı da içine alan ilk üç filmiyle kent yaþamı ile kırsal yaşamı, kentli insan ile taşralı insanı karşılaştıran öyküler anlatıyor. Kentli insanın kendi hapishanesini yarattığını düşünen Nuri Bilge Ceylan, öte yandan taşranın da farklı bir sıkıştırılmışlık duygusuyla kuşattığını gösteriyor bizlere. Özyaşamöyküsel ögeler barındıran ilk iki filmi Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı bu çizgideydi. Uzak’ın onlardan farkı, iki kişilik bir öyküye ağırlık vermiş olması. İnsanın bir başkasını kabullenmekte çektiği zorluğu anlatan film, kültür çatışmasını, yabancılaşmayı ve vicdan muhasebesini gündelik akış içinde, yalın ama çok çarpıcı anlatıyor.

Köyden kente iş aramaya gelen Mehmet, bir süreliğine akrabası Muzaffer’in yanında kalacaktır. Kendisinin de içinden çıktığı taşra kültürünü artık geride bırakmış olan Muzaffer için, yakını da olsa eğitimsiz bir köylü gencinin kent töresi dışında kalan rahatlığına katlanmak zordur. Delikanlının kalbini kırmamaya çalışır ama aynı anda onu incitmek için adeta bir istek duyar içinde. Önceleri incitilmeyi sineye çeken Mehmet, sonunda gururuyla oynandığında sessizce çeker gider. İstanbul gibi bir kentte ne olacağını bilemediğimiz akıbeti, Muzaffer’in içinde derin bir pişmanlıktır artık. Ve alınmış yeni bir ders.

Filmlerinin Cannes Festivali’ne katılacağını öğrendiğinin ertesi günü, ödül aldığı Antalya festivalinden dönerken bir trafik kazasında yaşamını yitiren Mehmet Emin Toprak, rol arkadaşı ve kuzeni Muzaffer Özdemir’le birlikte festivalin “en iyi erkek oyuncu ödülü”ne değer görüldü. Jüri üyelerinden Mag Ryan’ýn “oyunculuk dersi veriyorlar” dedikleri bu iki amatör oyuncu, Nuri Bilge Ceylan’ýn diğer filmlerinde de rol almış ve özellikle de Mehmet Emin Toprak, ihtimal ki kendi gibi oynadığı rollerde, masumiyeti ve doğallıyla, küçük yer sıkıştırılmışlığını aşmaya çalışan taşralı genci çok iyi canlandırmıştı.